Masal diyarında olduğunuzu hissettiren rengârenk Kızıl Meydan, şehrin her yanında karşınıza çıkan birbirinden güzel heykeller, yirmi dört saat durmayan bir trafik, lüks ve ihtişamlı bir yaşam… İşte karşınızda Moskova!
Hafta sonu tatili için yurt dışı alternatifi ararken çıktı karşımıza Rusya’nın bu güzel şehri. Gitmeye karar verdiğimizde kış mevsimini de atlattığımız bir zaman dilimine giriyorduk. (malum Rusya’nın uzun ve oldukça soğuk geçen kışı meşhurdur) Uygun bir tur ayarlayıp Cuma günü yola koyulduk. 3 saatlik bir yolculuk sonrası vardığımız Moskova’ya iner inmez bizi çılgın bir trafik karşıladı. Bu şehrin en büyük sorunlarından biri belki de trafik. Özellikle iş çıkış saatlerinde bir yerden bir yere arabayla gitmek için saatlerce trafikte kalmayı göze almanız gerekiyor. Dünyanın en büyük 3.metro ağına sahip olmasına rağmen öğrendiğimiz kadarıyla 12 milyonluk şehirde 5 milyona yakın araba varmış. Ruslar tabiri-i caizse bakkala bile arabayla giderlermiş. Bu manzara bize İstanbul’u hatırlattı:)
Durum böyle olunca şehri gezmek için en mantıklı yol metro ancak her yerde Kiril alfabesi olduğu için Rusya’ya gelmeden önce bu alfabeye bir göz atmakta yarar var. Aynı zamanda insanların İngilizce konuşmaması da bu şehirde karşılaşabileceğiniz başka bir problem olabilir.
Otele vardıktan sonra ilk olarak Moskova’nın en hareketli yeri olan Tverskaya Caddesi ile başladık bu güzel şehri keşfetmeye. Birbirinden güzel mağazalar, cafeler ve restaurantlar ile oldukça canlı bir cadde… Cafelerin hepsi gençlerle dolu. İlk gün yemek tercihimizi İtalyan restaurantından yana kullandık. Fiyatları gayet makul, yemekleri de çok lezzetliydi. Başka bir ülkeye gidildiğinde yemek büyük bir sorun olabiliyor. Bizim damak tadımıza uygunluğu, sevebileceğimiz tarzda yemek bulmak kimi zaman mümkün olamıyor. Burada yemek içmek oldukça pahalı olduğundan ve dil sorunu yüzünden İtalyan ya da Amerikan tarzı restaurantlarda yemek gayet mantıklı. Biz kaldığımız 3 gün boyunca hiç yemek sorunu yaşamadık.
Ruslar gece hayatını, eğlenmeyi oldukça seviyor. İçki olarak herkesin bildiği gibi Rus votkası ve bira içiliyor. İçki gerçekten oldukça ucuz. Bizim paramızla birkaç liraya denk gelebilecek şekilde küçük şişelerde votka almak mümkün.
Ertesi gün erkenden yola çıkıp rotayı Kızıl Meydan’a çevirdik. Moskova’ya her gelenin mutlaka uğradığı görkemli yapıların buluştuğu meydana girmeden hemen yanında bulunan hediyelik eşya satan yerlere uğradık. Rusya ile özdeşleşmiş meşhur matruşkalardan, magnetlerden aldık. Ve sırasıyla bu ihtişamlı yapıları görmek için meydanda yürümeye başladık. Moskova Devlet Tarih Müzesi, Saat Kulesi, Aziz Vasili Katedrali, Lenin’in Mozolesi başlıca görülecek yerler arasında geliyor. Buraları görmek, meydanı baştan başa yürümek bile oldukça yorucu ama kesinlikle değer.
Beni etkileyen bir diğer tarihi yapı da GUM. Kızıl Meydan’ın hemen yanındaki içinde dünyaca ünlü markaların satıldığı tarihi bir alışveriş merkezi burası. Mimarisi oldukça güzel olan bu tarihi yerin içindeki şirin cafelerde bir şeyler içip Kızıl Meydan’ın yorgunluğunu üzerimizden attıktan sonra Arbat Sokağına doğru yola koyulduk. Burası bir nevi İstiklal Caddesine benziyor diyebiliriz. Trafiğe kapalı olan bu sokakta yürürken sanki her an karşınıza ünlü Rus yazarlarından Dostoyevski, Puşkin, Tolstoy çıkacakmış gibi hissediyorsunuz. Zaten şehirde bu ünlü yazarların heykellerini ve yaşadığı evleri de görüp ziyaret etmeniz mümkün. Sokağın hemen girişinde 10 dakikada karakalemle portenizi çizen ressamlar var. Gerçekten çok başarılı olduklarını söyleyebilirim. Sokakta aynı zamanda küçük dükkanlar içinde hediyelik eşyalar satın almak mümkün.
Gezerken dikkatimizi çeken bir diğer şey de insanların ne kadar eğlenmeye önem verdiği oldu. Her köşe başında gitar çalan, şarkı söyleyen, gösteri yapan birine mutlaka rastlıyorsunuz. Burada yürüyüşün keyfini çıkardıktan sonra akşamı Tverskaya’da geçirip son günümüzü iki önemli yere; ünlü şair Nazım Hikmet’in mezarı ile Puşkin müzesine ayırdık.
Ömrünün büyük bir kısmını Moskova’da geçirmek zorunda kalan Nazım Hikmet’in mezarı Rusya’nın ünlü şairlerinin, devlet adamlarının, yazarlarının da mezarlarının da bulunduğu Novodevichy Mezarlığında bulunuyor. Burası bir mezarlıktan çok heykellerin bulunduğu bir müzeyi andırıyor sanki. Moskova’yı ziyaret eden herkesin mutlaka gelip görmesi gereken bir yer olduğunu düşünüyorum.
Nazım Hikmet’in mezarına çiçeğimizi bıraktıktan sonra pek çok ünlü eserlerinin olduğu Puşkin Sanat Müzesi’ne geçtik. Ama maalesef vaktimiz sınırlı olduğu için sadece 19. Ve 20.yy’da yaşayan ünlü ressamların eserlerinin sergilendiği bölümü gezebildik. Van Gogh, Metis, Cezanne, Munch, Picasso, Monet gibi sanat dünyasına damgasını vurmuş ressamlar ile birlikte Rus ressamların ünlü tablolarını canlı görmek sanat adına bize çok şey kattı. Dünyaca ünlü Fransız heykeltıraş Rodin’in ‘’Yürüyen Adam’’ heykeli başta olmak üzere yapmış olduğu pek çok ünlü heykeli de görme fırsatı yakaladık. Moskova’yı 3 günde gezip bitirmek tabii ki mümkün değil. Daha görmediğimiz pek çok yer kaldı. Ama bize sanat adına çok şey kattığı aşikar.
Moskova’ya gitmeden önce bazı noktalara dikkat etmeniz seyahatinizin daha keyifli geçmesine yardımcı olabilir. Moskova seyahatiniz öncesi pratik bilgiler için buraya tık tık.