Tarihi atmosferi ile insanı içine çeken Rodos, eşsiz manzarası ile rüyadaymışsınız hissini uyandıran Santorini, eğlencenin her türlüsünü yaşayabileceğiniz Mikonos … Bir tatil daha ne kadar güzel olabilir ki?
Bodrum’daki evimizde oturup denizi izlerken süzüle süzüle giden bir gemiyi görmemizle aklımıza gelen herkesin aşina olduğu şu şarkı ile başladı her şey: ‘’Ah o gemide ben de olsaydım açık denizlere yol alsaydım…’’ Şarkıyı mırıldanırken birden; ‘’Neden biz de gitmiyoruz ki…’’ diyerek kendimizi bir anda Cruise seyahati araştırırken bulduk. Hazır Bodrum’daydık ve Yunan adaları oldukça uygun bir seçenek olacaktı. Bu sıralar da oldukça popüler bir destinasyon olduğunu da göz önüne alıp hemen uygun bir tur ayarlayarak geminin kalkış noktası olan İzmir’e gittik. 3 adayı görecektik: Rodos, Santorini ve Mikonos. Gemiye binip kamaramıza eşyalarımızı yerleştirdikten sonra gemiyi keşfe çıktık. Ağır ağır sularda ilerlerken güneşin batışına şahit olmak gerçekten unutulmaz bir andı. Akşam gemide düzenlenen Yunan gecesine katıldık. Başta Sirtaki olmak üzere pek çok yerel Yunan dansını izleme fırsatı bulduk. Ertesi sabah ilk durağımız olan Rodos adasındaydık.
Şövalyeler Adası: Rodos
Limandan iner inmez sabahın erken saatleri olmasına rağmen sıcaklığı hissetmeye başladık. Burası yılın büyük bir bölümünü sıcak ve güneşli geçirirmiş. Yağmurlu gün sayısı yok denilecek kadar azmış. Adayı gezmeye UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan ünlü Rodos kalesinin de bulunduğu eski şehirden başladık. Dar sokaklarda iki taraflı hediyelik eşya satan dükkanlar, restaurantlar, cafeler ile birlikte tarih kokan bir ada burası.
Kanuni Sultan Süleyman’ın 1522 yılında adayı fethiyle birlikte uzun yıllar Osmanlı hâkimiyetinde kaldığı için burada pek çok Türk’e ve Osmanlı mimarisi ile yapılmış camilere rastlamak mümkün. Eski şehri gezdikten sonra yeni şehre geçtiğimizde nispeten daha Avrupai bir tarz ile karşılaştık. Ünlü mağazalar, gece kulüpleri, lüks oteller ile sanki ünlü bir Avrupa şehrine gelmişiz izlenimini edindik. Karşımıza çıkan Türk taksici sayesinde dil problemi yaşamadan gezilecek diğer yerlere de gitme fırsatı yakalayarak şirin bir yerleşim yeri olan Lindos’a gittik.
Turistlerin yoğun ilgi gösterdiği oldukça kalabalık bir yer olan Lindos’un en tepesinde görkemli bir kale bulunuyor. Biz sıcağın da etkisiyle oraya kadar çıkmayı göze alamadık. Onun yerine vaktimizi St. Paul’s Bay plajında geçirmeyi tercih ettik.
Günün sonunda yol üzerinde el yapımı hediyelik eşyalar satan bir dükkâna uğradık ve buradan birkaç hatıra eşyası alarak gemimize doğru yol aldık.
Romantizm Adası: Santorini
Tam bir huzur, dinlenme ve balayı adresi… Volkanik bir ada olması nedeniyle liman yok, dolayısıyla gemiler denizin ortasına demir atıyor ve gelen insanlar da küçük tekneler ile adaya ulaşabiliyorlar. Adaya ayak basar basmaz bizi meşhur Santorini eşekleri karşıladı. Merkez en tepede olduğu için ya eşeklerle ya da teleferikle çıkılabiliyor.
Biz ikinci seçeneği tercih ederek teleferiğe bindik. Ve yukarı çıkar çıkmaz manzaranın güzelliği karşısında âdete büyülendik. Her yıl binlerce çiftin evlenmek ve balayılarını geçirmek için neden Santorini’yi tercih ettiklerini de hemen anladık. Bol bol fotoğraf çektikten sonra bir cafeye oturduk ve manzara karşısında bir şeyler içerek anın keyfini çıkardık. Daha sonra dar sokaklarda yürüyerek küçük butikleri dolaştık. Thira ve Oia adlı iki köyden oluşan adanın her yeri kartpostal niteliğinde…
Santorini’nin en meşhur özelliklerinden biri ise muhteşem gün batımı… Gün batana yakın dünyanın dört bir yanından gelen insanlar manzaraya karşı toplanıyor ve alkışlar eşliğinde biten günü uğurluyorlar ve bu ritüel her gün devam ediyor. Güneşin batışının yarattığı nefis manzarayı izleme fırsatına eriştiğimiz için kendimizi şanslı sayarak kalbimizi Santorini’de bıraktık ve bu büyülü adaya veda ettik.
Eğlence Adası: Mikonos
Sabahlara kadar süren gece hayatı, jet sosyetenin ultra lüks yatları, sokaklarda özgürce gezen insanlar… Bu adada yasak, sınırlama yok. İnsanlar olabildiğince özgür ve eğlenceye odaklı. Adanın doğal bir güzelliği yok ama yine de Yunanistan’ın en çok turist çeken adası Mikonos. Özellikle yaz aylarında her ülkeden insanı görebilmek mümkün. Otellere rezervasyonlar aylar önceden yaptırılıyor.
Adaya indiğimizde öğleden sonraydı dolayısıyla adada hayatın yeni başladığı saatlere denk gelmiştik. Akşama kadar süren meşhur plaj partilerinden sonra etraf akşamdan itibaren dolmaya başlıyor. Küçük Venedik görülmesi gereken yerlerin en başında geliyor. Denizin kıyısına sıra sıra dizilmiş küçük cafelerde bir şeyler içip manzaranın keyfini çıkarmak mümkün.
Buranın yukarısında Mikonos’un simgesi olan 5 tane yel değirmeni bulunmakta. Küçük beyaz evlerin, dar sokakların arasında dikkatimizi çeken en önemli şeylerden biri sanata verilen değer oldu. Burada adım başı bir sanat galerisi görmek mümkün. Bazılarını gezdik ve harika tablolarla karşılaştık.
Takı mağazalarına, butiklere bakmaktan kendimizi alamadık. Akşam yemeği vakti geldiğinde tabii ki Yunan mutfağına özgü deniz mahsullerini denedik ve oldukça memnun kaldık. Yeme içme konusunda hem burada hem diğer adalarda fark ettiğimiz en önemli şey Yunanlıların bizim yiyeceklerimize kendilerine özgü bir tatmış gibi sunmaları oldu. Hemen hemen her restaurantta Greek Döner, Greek Baklava ve hatta Türk kahvesini bile Greek Coffee olarak sunmalarını oldukça yadırgasak da sabah İzmir Limanına yanaştığımızda harika bir 3 gün geçirmenin mutluluğuyla doluyduk.
Gemi turu yapmadan önce bazı noktalara dikkat etmeniz gerekiyor. Eğer ilk kez gemi ile yolculuğa çıkacaksanız bu önerilere göz atmanız işinize yarayabilir.